Mahiri

Vilayet Erzurum, kaza Livane
O yâr beni sevdi, bilmem ele ne?
Razıyım taksimi bana verene
Dünyada vatana İphan dediler

Asıl adı Osman olan Mahirî, Yusufeli’nin İphan (yeni adı: İnanlı) köyünden Altuntaşoğulları’ndan  Ahmet Ağa’nın oğlu olup, 1850 yılında İphan’da doğdu. Genç yaşta anne ve babasını kaybeden Mahirî’nin Mihriban adında bir ablası vardı.

Köyün gençleri akşamları köy konağında toplanır, sırayla türküler söyler, sohbet eder, eğlenirlerdi. Bu sıra türkülerindeki âdet gereğince, kendisine sıra gelince bir türkü söyleyemeyen kişi, orada bulunan gençlere ziyafet çekerdi. Utangaç bir delikanlı olan Osman, türkü söylemeyi beceremediği için arkadaşlarına iki kere ziyafet çekmek zorunda kaldı. İkinci ziyafetten sonra üzüntü içerisinde evine gelen Osman, yattı ve gaflet uykusuna daldı. Rüyasında İran’ın Şirvan şehrindeki Mirza Han’ın kızı Mahitaban aşkına pîrler elinden bâde içen Osman, Mahitaban’a âşık oldu. Bu sarhoşlukla sabah uyanamayan Osman’ı ablası Mihriban uyandıramayınca, köylüler Osman’ın ölmüş olduğuna karar verdiler ve köyden bir genci Erkinis (Demirkent) köyüne kefen bezi almaya yolladılar. Kefenlik bezi alan genç, köye dönmek üzereyken Erkinisli Âşık Muhibbî’ye rastladı. Genç, kendisine kefen bezini kimin için aldığını soran Muhibbî’ye, Altuntaşlar’dan Osman’ın öldüğünü, bezi onun için aldığını söyledi. Muhibbî de gence, “Bizim eve gidip, sazımı al, getir” dedi ve aldığı kefen bezini dükkâna geri verdirdi. Sazını omuzlayan Muhibbî, gençle birlikte İphan köyüne, Osman’ın evine geldi. Olgunluk çağında olan Muhibbî, Osman’ın başucuna oturdu, sazını açtı ve saz çalıp, ona bir şiir söyledi. Eve toplanmış olanlar, Muhibbî’nin bu işine şaşırıp kaldılar ve oldukça yadırgadılar. Muhibbî, söylediği bu şiirden sonra Osman’ın uyanmadığını görünce tekrar sazını çalmaya başlayıp, Osman’a şu koşmayı[1] söyledi:


Ne düşmüşsün çocuk hâb-ı gaflete
Uyan çocuk uyan, göreyim n’olmuş
Uğradın mı erenlerin şerrine
Aç gözün gafletten, sorayım n’olmuş

Pîrler neşe almış şirin sesinden
Bir bâde içtin mi kırklar tasından
Sen de giyindin mi aşk libasından
Uyan yavru uyan, göreyim n’olmuş

Âşıklar aşk ile odlara yana
Hasreti kâr ede o şirin cana
Baksana Muhibbî çağırır sana
Uyan çocuk uyan, göreyim n’olmuş.


Muhibbî bu koşmayı çalıp-söylerken, ölü gibi yatan Osman kıpırdamaya başladı ve koşma bitince kendine geldi, yatakta doğruldu. Ağzı köpük içinde olan Osman, elini kulağına attı ve Muhibbî’ye şu şiirle karşılık vererek nasıl âşık olduğunu anlattı:

Uyurken yanıma geldi erenler
Düşersin azizim nâre dediler    
Aşk elinden hemen kaçınır olma
Açarsın sinende yare dediler

Ararım ezelden ben bir merdane
Var mıdır ben gibi yanan bir tane
Saydım erenleri tamam kırk tane
Düştün sermayesiz kâra dediler

Kim ne anlar bu düşkünün özünü
Ateş almış yakar bakın özünü
Şirvan’daki Mirza Han’ın kızını
Dolanıp ülkeyi ara dediler 

Ezel katre idim boşaldım doldum
Aşkın hançerini sineme saldım
Okudum mantıkı ezbere aldım
Ezber et bu yazı kara dediler

Efzun eyle kendin her bir fârikte
Dalga vurma sakın durgun harıkta
Bin iki yüz seksen iki tarihte
Mahir ismin âşikâre dediler.


Muhibbî oradakilere, rüyasında Osman’ın âşık olduğunu gördüğünü, onun için sazıyla geldiğini söyledi. Köylüler Muhibbî’ye dua edip, ikramlarda bulundular.

O zaman 43 yaşında olan Muhibbî, 17 yaşında bâde içip, âşık olan ve Mahirî mahlasını alan Osman’a sazını hediye etti ve köyüne döndü. Mahirî, iki yıl Muhibbî ile birlikte gezdi, ondan ders aldı.

Sazı ile birlikte Doğu Anadolu’ya seyahate çıkan Mahirî, Erzurum’um Hasankale (Pasin) ilçesine vardı. Burada saz çalıp, şiirlerini, türkülerini söyleyen Mahirî’yi Petranos köyüne, Ermeni âşık Coşkunî ile karşılaşma yapmaya davet ettiler. Köyde, ağanın konağında ağa ve köylülerin huzurunda karşılaştılar ve atıştılar. Henüz 19 yaşında olan Mahirî,  karşılaşmanın muamma (bilmece, soru-cevap) faslında usta âşık Coşkunî’nin sorduğu soruların hepsini doğru cevapladı. Soru sorma sırası Mahirî’ye gelince, Ermeni olan Coşkunî’ye şu soruyu sordu:  

Ne kadar uzattın dilinde sözün
Meclis-i irfanda çekemem nazın
Cennet kapısında yazılan yazın(ın)
Ara ki bulasın Âşık Coşkunî

Coşkunî sinirlenerek bu sorunun cevabını bildiği halde cevap vermeyeceğini söyledi ve yenilgiyi kabul etti. Oradakiler sebebini sorunca da, “Bu sorunun cevabını verirsem Müslüman olurum” dedi. Kurnazca davranan Mahirî, cennetin kapısında yazılı olan kelime-i şehadet yazısını Hıristiyan Coşkunî’nin söyleyemeyeceğini, söylerse Müslüman olacağını biliyordu.

Mahirî, Narman üzerinden Göle’ye geçip, burada misafir oldu. Konak sahibi Mehmet Bey Mahirî’ye, “Burada Gayretî adlı bir âşık var. Her karşılaştığı âşığa cennetin kapısındaki söğüdü kim kesti? sorusunu sorar, onlar da cennetin kapısında söğüt ağacı yoktur diye cevap verirler ve Gayretî de onları bağlar (mat eder). Bu adamın hilesinden bıktık, usandık. Sana da sorarsa Ahmet oğlu Süleyman kesti dersin. Çünkü cennet dediği burada bir kadının adıdır; Öbür dünyadaki cennet değil.“

Gayretî konağa gelir ve iki âşık karşılaşırlar. Karşılaşmanın muamma faslında gelince Gayretî yine aynı soruyu sorar:

Bu bir rüzigârdır âleme esti
Âşık maşukundan darılmaz, küstü
Cennetin kapısında söğüdü kim kesti?
Ara ki bulasın Âşık Mahirî

Mahirî de bu soruya şöyle cevap verdi:

Sevdadır, başıma zaten esmiştir
Deli gönül bu yerlere düşmüştür
Söğüdü Ahmet oğlu Süleyman kesmiştir
Onu bilmesine ne var Gayretî


Mahirî böylece Gayretî’nin sorusunu doğru cevaplayınca, soru sorma sırası kendine geldi ve bir soru sordu. Gayretî cevap veremedi ve yenildi. Ertesi gün Kars’a geçen Mahirî, burada Kemalî adlı âşıkla karşılaşmada bulundu ve oradan da Azerbaycan’a geçti. Buralarda da çalıp-söyledikten, buralı âşıklarla da karşılaşmalar yaptıktan sonra İran’a ve oradan da Tebriz şehrine gitti. Tebriz’deki bir Türk kahvehanesinde Âşık Filvarî ile karşılaşmada bulundu. Filvarî’yi de yenen Mahirî, buradan maşukasının memleketi Şirvan’a gitti. Şirvan’da Hicranî ve birkaç âşıkla aynı anda karşılaşmada bulundu ve hepsini yendi. Ertesi gün Urmiye Gölü kenarında gezerken maşukası Mahitaban’ın babası Mirza Han’a rastladı. Mirza Han, Mahirî’nin bir Türk âşığı olduğunu öğrenince onu sarayına davet etti ve sarayındaki has âşıkları ile karşılaşmasını istedi. Mahirî bu daveti memnuniyetle kabul edip, saraya gitti. Akşam kurulan mecliste Mirza Han’ın bütün saray âşıklarını yenen Mahirî, maşukası Mahitaban’ın bu karşılaşmaları perde arkasından dinlediğinin farkında değildi. Saray âşıklarının yenilmesine üzülen Mahitaban, Mahirî ile karşılaşmak için babasına rica etti ve izin aldı. Ertesi akşam Mahirî ile Mahitaban karşılaştılar fakat yenişemediler. Mahirî, nihayet sevgilisi Mahitaban’a kavuşmuş, onunla görüşmüştü ama düşündü ki: Ben bir fakir köylüyüm, o ise bir han kızı. Babası bana vermez bu kızı. Onunla evlenemeyeceğini bilen Mahirî, bir taraftan sevdiği kız ile evlenememenin üzüntüsü, bir taraftan da bunca maceradan sonra  hiç olmazsa onu görmüş olmanın mutluluğu içinde köyüne doğru yola çıktı. Erzurum’a varınca, orada ünlü âşıklardan olan Erbabî ile karşılaşmada bulundu ve Erbabî’yi yendi. Karşılaşmayı izleyenler arasında bulunan Oltu’lu Niyazi Bey, Mahirî’yi himayesine alıp, kendi köyü olan Othak’a götürdü ve misafir etti. Niyazi Beyin güzel kızı Münevver’i maşukası Mahitaban’a benzeten Mahirî, kızı babasından istedi ve onunla evlendikten sonra birlikte İphan köyüne gittiler. Bu evlilikten biri kız, ikisi erkek üç çocukları oldu. Mahirî, evlendikten bir müddet sonra sazı-sözü bıraktı ve sakin bir hayata başladı.  Birkaç yıl İphan’da kaldıktan sonra Othak köyüne, Niyazi Beyin yanına gittiler. Mahirî, 1915 yılının sonbaharında burada Hakk’ın rahmetine kavuştu. Mezarı da bu köydedir.

Yusufeli’nin Okar köyünden olan Âşık Pervanî, duyduğu bir rivayete göre, Mahirî’nin mezarının kuru bir dere yatağında olduğunu ve bir gün bu dereden sel geldiğini fakat selin Mahirî’nin mezarı önünde iki kola ayrılarak mezarı yıkmadığını; Bu nedenle köylülerin Mahirî’nin ermiş bir insan olduğuna inandıklarını anlatmıştı...  


Mahirî’nin deyişlerinden örnekler:

KOŞMA [2]

Vilayet Erzurum, kaza Livane
O yâr beni sevdi, bilmem ele ne?
Razıyım taksimi bana verene
Dünyada vatana İphan dediler

Dertliyim dünyada görmedim demi
Ahınan-vahınan geçirdim güni
N’edeyim yabanda biten sümbüli
Yârin vatanına Afgan dediler

Mahirî badeyi cabadan içti
Terk etti sizleri, dünyadan göçti
Yârin ateşinden bu sinem pişti
Vurup, yaralayıp yathan dediler.


KOŞMA [3]

Elveda silanın toprağı taşı
Terk olundi sehra yazılar bize
Fikr-i hayalımdan çıharmam sizi
Nâme gönderürüm bazılar size

Yığılsalar bir araya gelseler
Neyleyeyim hal hatırım sorsalar
Diyâr-ı gurbete cennet deseler
Çare yok, bu gönül arzular size

Mahirî’yem her gün artar zavalım
Nazlı yârınandır fikr-i hayalım
Amanattır size ehl-i ayalım
Sığınmıştır körpe kuzular size.
KOŞMA [4]

Nedir kıyamete yoktur noksanın
Güzellikte boyun ela görünür
Mah-i şita şavkın vurdu sineme
Yanağın bakışı lale görünür

Nice ki bir kıya baktın yüzüme
Hicran saldın vücuduma özüme
Merhamet et, lütf et benim sözüme
İhmame ırzıma gale görünür

Çok şeyler var senin söylip gülmende
Sen bir Mahitaban, ben sana geda
Saat sekiz senin burya gelmende
Mahirî’ye bugün bela görünür.



[1] M. Adil Özder; Muhibbî ile Esmahan Hikâyesi, s. 60-61.
[2] A. Aydın; Mahir-i Baba, s. 26-27.

[3] A. Aydın; aynı eser, s. 14. Mahirî bu koşmayı, köyden ayrılırken, ablasının ve köylülerin kendisini bu işten vazgeçirmek için çabalamaları üzerine söylemiştir.

[4] A. Aydın; aynı eser, s. 19.


türkü sitesi - turkuler.com