1932-1997 yılları arasında yaşayan ve 65 yaşında göçen Aşık Kul Ahmet'le yapılan bu en son röportaj, ölümünden 15 gün önce gerçekleştirilmiştir.
H. İVGİN - Değerli Aşığımız, Sayın Kul Ahmet, biraz hayatınızdan söz eder misiniz?
KUL AHMET - Hay hay memnuniyetle! Ancak müsaade ederseniz ben hayatımı size bir şiirimle anlatayım
BEN BUYUM
Ademin sulbünden ben bir insanım
Sorarsanız aslımı işte ben buyum
İnsanlığa bağlı yolum erkanım
Sorarsan aslımı işte ben buyum
Türk'ün nüfusunda adım Ahmet'tir
Soyadım sorarsan Kartalkanat'tır
Anam Satiye'dir, babam Mehmet'tir
Sorarsan aslımı işte ben buyum
Babam bir ev yapmış kerpiç yığımlı
O da kalmış fakirliğe bağımlı
Bin dokuz yüz otuz iki doğumlu
Sorarsan aslımı işte ben buyum
Bir doksan yedidir kametim boyum
Hallac-ı Mansur'a benziyor huyum
Pazarcık'a bağlı Kantarına köyüm
Sorarsan aslımı işte ben buyum
Bizi yetiştirdi irfanla bilim
Her dem Hak dilini söylüyor dilim
Maraş vilayetim Pazarcık elim
Sorarsan aslımı işte ben buyum
Yoktur benim gibi dünyada yanan
Benim bu sözüme gel doğru inan
İki oğlum vardır Mehmet'le Kenan
Sorarsan aslımı işte ben buyum
Kerem oldum bir Aslı'ya yakıldım
Ferhat oldum dağlar ile söküldüm
Varıp Pir Sultan'la dara çekildim
Sorarsan aslımı işte ben buyum
Bazı gök gibiyim bazı da yerim
Bazı bir talibim bazı da pirim
Saz elinde gezen dertli bir erim
Sorarsan aslımı işte ben buyum
Ta Adem'den beri coşan boylarız
Nice kılıç nice kalkan yaylarız
Hasan Hüseyin'den gelen soylarız
Sorarsan aslımı işte ben buyum
Derdimi bileni sırdaş bilirim
Sadık gerçekleri yoldaş bilirim
Bütün her milleti kardeş bilirim
Sorarsan aslımı işte ben buyum
Yağcı olup kötüleri övemem
Ben sırrımı adülara diyemem
Gericiyi yobazları sevemem
Sorarsan aslımı işte ben buyum
Hünkar Hacı Bektaş özündeyim ben
Arif olanların sözündeyim ben
Kemal Atatürk'ün izindeyim ben
Sorarsan aslımı işte ben buyum
Kul Ahmet'im böyle İVGİN levendim
Daha ileriyi sorma efendim
Aydın insanlara bağlıdır bendim
Sorarsan aslımı işte ben buyum
H. İVGİN - Sayın Kul Ahmet, siz gönlünüze göre nasıl bir dünya istiyorsunuz? Dünya milletleri nasıl olmalıdır?
KUL AHMET - Sayın Hayrettin Bey, ben önce dünya milletlerinin birlik ve barış içinde yaşamalarını isterim. Başka insanların dinine, diline, mezhebine, ırkına, rengine, inanç ve düşüncelerine, örf ve adetlerine saygı duyarım. Gene müsaade buyurursanız, ben nasıl bir dünya istiyorum, bir şiir ile söyleyeyim.
İSTİYORUM
Şu benim gönlüme göre
Ben bir dünya istiyorum
Karışmayan bela şere
Ben bir dünya istiyorum
Terörü yok sağsız solsuz
Kalmasın fariki yolsuz??
Jandarmasız karakolsuz
Ben bir dünya istiyorum
İnsanı dertle solmayan
Çalışıp geri kalmayan
Ayrı hududu olmayan
Ben bir dünya istiyorum
Bütün insanı hür olan
Birbirlerine yar olan
Gavur İslamı bir olan
Ben bir dünya istiyorum
Kul Ahmet'im hoş riyasız
Yaşayalım hep silahsız
Savaş olmayan davasız
Ben bir dünya istiyorum.
H. İVGİN - Kul Ahmet, başınızdan kim bilir ne ilginç olaylar geçmiştir. Ben duydum ki, Rahmetli Aşık Davut Sulari ile İstanbul'da bir karşılaşmanız olmuş. Bu nasıl bir hatıradır anlatır mısınız?
KUL AHMET - Efendim! Sanıyorum 1965 yılıydı. İstanbul'da Beşiktaş Açık Hava Sineması'nda bir aşıklar yarışması ve konseri olmuştu. Ben o zamanlar saz elimde diyar diyar, Mecnun gibi gezen bir aşıktım. O zamanlar Şemsi Yastıman'ın evinde kalıyordum. Şemsi Yastıman'la birlikte aşıklar şölenine gittik. Türkiye'den pek çok aşık gelmişti. Hatta rahmetli Aşık Veysel de oradaydı. Aşık Davut Sulari de gelmişti. Efendim, ben bir yıl Davut Sulari ile beraber Anadolu'ya geçmiştim. O zamanlar Davut Sulari, Ankara'da kivrasının karısını kaçırmıştı. Bu olay sebebi ile aramız açılmıştı. Onun bu tür nahoş olaylarına kızıyordum. Tabi ben Davut Sulari'nin yaşına göre çocuk sayılırdım. Fakat, Davut Sulari'yi halk çok tutuyordu. O yıllar plak dönemiydi. Odeon Plakçılık aşıklara plak yapıyordu. Davut Sulari birkaç plak doldurmuştu. Ve piyasada çok satılıyordu. O yıllar Davut Sulari büyük bir ozan sayılırdı, çünkü hayli meşhur olmuştu. Fakat rahmetlinin yalanı dolanı fazla idi. Neyse o gece konser ve yarışma başladı. Konserde jüri bile vardı. Sıra Davut Sulari'ye gelmişti. Sahnede, halka; ''Sayın seyirciler, yeni bir aşık çıkmış. Adı Kul Ahmet. Onu benimle atışmak üzere sahneye çağırıyorum'' diye konuştu. Tabi o yıllar beni halk tanımıyordu. Davut Sulari'nin niyeti halkın huzurunda beni hacil duruma düşürmek. Ben önce çıkmak istemedim. Bir taraftan halk alkışlarla beni davet ediyor, bir taraftan da Davut Sulari ''Eğer gerçek aşık ise kaçmasın gelsin. Aşıklığını izhar ve beyan etsin'' diyerek seyircileri tahrik ediyordu. Seyirci de tempo tutarak beni sahneye çıkmaya mecbur etti. Sazımı aldım sahneye çıktım.
Davut Sulari'nin elini öptüm, karşılıklı oturduk. ''Buyur üstadım, sen istedin ben sahneye çıktım. Ne sorarsan, ne tekellüm edeceksen buyur, meydan sizin'' dedim. Davut Sulari, seyircilere ''Bakın ben nasıl Kul Ahmet'i tepe taklak edeceğim'' dedi. Herkes onu alkışlıyordu. Biz atışmaya başladık. Tabi o soruyordu. Ben cevap veriyordum. Fakat o soruyordu ama sorduğu soruları da açıklıyor. Kendine göre cevap veriyordu. Güya benim cevaplarımın hepsinin yanlış olduğunu da açıklıyordu. Mesela; gökyüzünde kırk milyar yıldız olduğunu, denizlerde kırk bin trilyon balık yaşadığını söyleyerek, palavralar ve yalanlar atıyordu. Tabi seyirciler de onu bol bol alkışlıyor ve ona inanıyorlardı.
TEKELLÜM
Davut Sulari
Sana bir sorum var dinle Kul Ahmet
Gökte kaç yıldız var bilir misin sen?
Bütün deryaları yüzüp geldin mi?
Kaç tane balık var bilir misin sen?
Kul Ahmet
Ben yıldız saymadım balık saymadım
Bu kadar inceyi elemem Davut
Gökte kaç yıldız var bir Allah bilir
Bu sırr-ı hikmeti bilemem Davut
Davut Sulari
Dertlerini Hak derdine kattın mı?
Yunus gibi deryalara battın mı?
Kürre-i arz kaç kilodur tarttın mı?
Dünya kaç kilodur bilir misin sen?
Kul Ahmet
Dertlerimi dost derdine katarım
Yalan söyleyene her dem çatarım
Bir terazi oldum inscin tartarım
Ben bu ağır yükü alamam Davut
Davut Sulari
Davut Sulari der Kul Ahmet ersin
Bazı talip oldun bazı da pirsin
Ben de şu dünyada ustayım dersin
Kaç tane kapı var bilir misin sen?
Kul Ahmet
Kul Ahmet'im bizden Hak'kın yapısı
Tanrının elinde dünya tapusu
Bir kapı bilirim dostun kapısı
Varıp her kapıyı çalamam Davut
Fakat sahnenin önündeki jüri heyeti Davut Sulari'yi alkışlamıyordu. Çünkü onun söylediklerinin hiçbirinin doğru olmadığını bilimsel olmadığını biliyorlardı. Davut Sulari'nin uyduruk rakamları, palavraları canıma tak dedi. Mikrofonu aldım elime: ''Sayın seyirciler, siz hep Davut Sulari'yi alkışladınız. Davut Sulari'nin sorularına doğru cevap veremediğimi sandınız. O kendine göre balık sayısını, yıldız sayısını söyledi. Siz onda keramet olduğunu kabul ediyorsunuz. Ben Davut Sulari'ye ufak, açık ve kısa bir soru soracağım. Eğer bilirse, onun ayaklarının altını huzurunuzda öpeceğim.'' dedim. Ve sazı elime alarak şu soruyu sordum:
Bilirim olmuşsun yalancı hoca
Biraz doğru yola gelir misin sen?
Bu sahnenin bu ucundan o uca
Kaç santimetredir bilir misin sen?
Ben bu soruyu sorunca, seyirciler bu kez beni alkışlamaya başladılar. Davut Sulari'ye inananlar ceplerinden çelik metreyi çıkararak sahneyi ölçmeye yeltendiler. Bir taraftan ''Hadi Sulari'', söyle kaç metre ve santimetredir'' diyerek onun cevap vermesini istediler. Davut Sulari bana döndü: ''Vah kafir beni nereden yakaladın'' diyerek hıncını belirtti. Davut Sulari tabii ki bir rakam söyledi, ama o söylediği sahne ölçüldüğünde doğru çıkmadı. Bu kez herkes Davut Sulari'yi yuhlamaya başladı. Ve beni alkışladılar. Bizi seyreden aşıklar gülüşüyorlardı. Hatta, hiç unutmam, Aşık Veysel de kıs kıs gülüyordu.
H. İVGIN - Senin hayatında bir de ev eşyalarının çalınması olayı olmuş. Bunu anlatır mısın?
KUL AHMET - 1971 yılında eşim vefat etti. Ben de Hacıbayram civarında bir evde oturuyordum. İki çocuğum ile yalnız kaldım. Onların rahatını temin ettikten sonra, ben de turnelere çıkmaya başladım. Çünkü eşimle hayat geçirdim o ev artık bana zindan olmuştu. Doğrusu o evde oturmak istemiyordum. Sazcı Dursun namıyla saz yapan bir Dursun Doğanay vardı. Bir gün bana geldi. ''Kul Ahmet, madem ki Anadolu'ya turneye gidiyorsun. Buradaki eşyalarını bizim evin bir odasına koyalım. Bizim ev 4 oda. Dönüşünde alırsın. Eşyalarını kilitle ve git. Benim evde hiçbir şey olmaz'' dedi. Ben de zaten Maraş'a gitmek istiyordum. ''Tamam'', diyerek eşyaları topladım ve Dursun Doğanay'ın evinin bir odasına koyduk. Anahtarını da kendilerine emanet ettim. Maraş'a gittim. İki ay kaldım. Ankara'ya geri döndüm. Baktım benim eşyalar yok. Dursun Doğanay'a sordum. ''Vallahi bilmiyorum. Demek ki çalınmış'' dedi. ''Nasıl olur kardeşim, senin evinin içinde, yatak odasının karşısındaki odada ve anahtar sende. Nasıl çalınır?'' dedim. Koştum karakolu ve ''Eşyalarımı hırsızlar çalmış'' diyerek şikayette bulundum. Şikayetimi bir şiirle dile getirdim. Karakolun komiserine verdim.
HIRSIZLAR
Komser beyim sana şikayetim var
Evimi tamamen çaldı hırsızlar
Gönlümde bir acı müşkülatım var
Gafil olduğumu bildi hırsızlar.
Eşyasız koydular evlatlanmı
Ortaya yırttılar senetlerimi
Bir garip kuş gibi kanatlanmı
Tüylerimi bir bir yoldu hırsızlar
Demişler hırsızlık güzel kar deyi
Başka iş eylesek elbet zor deyi
Belki köşelerde bir şey var deyi
Süpürdü evimi sildi hırsızlar
Beni görselerdi ben de giderdim
Zahmet çekmezlerdi yardım ederdim
Yarısını seve seve verirdim
Ama hepisini aldı hırsızlar
Kul Ahmet'im muradına erdiler
Polisi komseri çokça yordular
Malımı yiyerek sefa sürdüler
Perişan halime güldü hırsızlar
Ben şiirli dilekçemi verdikten sonra, komser soruşturmaya başladı. Dursun Doğanay'ı ve karısını karakola getirdi. Onların ifadelerini aldı. Önceleri ''Biz bilmiyoruz'' diyerek inkar ettiler. Polisler onları nezarete attı. Herhalde biraz da sopa attılar. Meğerse Dursun Doğanay ve kansı benim eşyaları satmışlar. Tabiiki ikisi de cezaevini boyladı. Sonra onların haline acıdım ve davamdam vazgeçtim. Fakat kamu davası açıldı. Onlar hırsızlıktan ceza aldılar.
H. İVGİN - Sayın Kul Ahmet, senin bir şiir var: ''Bir şah olsam hükmeylesem cihana'' diye başlıyor. Bu şiir yüzünden başın belalara girdi. Kimileri ile mahkemelik oldun. Bu şiirin hikayesini anlatır mısın?
KUL AHMET - Efendim, 1966 yılı idi. Anadolu turnesine çıkmıştık. Saygı duyduğum pek çok aşıkla birlikte. Mesela; Osman Dağlı, Aşık Mahzuni Şerif, Sanatçı Sultan Can, Mahmut Erdal ve daha bir çok sanatçı vardı. Samsun'a konsere gitmiştik. Gündüzleyin parka gittik. Atatürk'ün Samsun'a ayak bastığı yere at üzerinde heykelini dikmişler. O parkta heykelin dibinde otururken, düşüncelere daldım. Atatürk Samsun'a çıktı ve Türkiye'yi zaman içinde kurtardı. Ya ben bir şah olsaydım, dünyaya hükmetseydim neler yapardım, diyerek kalemi elime aldım orada bu şiiri yazdım. Şiir şöyle:
BİR ŞAH OLSAM
Bir şah olsam hükmeylesem cihana
Başta haksızlığı yıkar giderdim
Okullar yapardım bütün insana
Cehaleti kökten yakar giderdim
Fabrikalar kurar idim her yerde
İkiliği komaz idim bu serde
Ayrı gözle bakamazdım bir ferde
Cihana bir gözle bakar giderdim
Bir insan severdim biri de Allah
Ondan başkasına tapmazdım billah
Ne Kudüs kalırdı ne de beytullah
Oraya bir bostan eker giderdim
İnsanlıktan başka olmazdı Cennet
Bir olursu İsa, Musa, Muhammet
Hiç ayrı olmazdı din ve tarikat
Mezhepler bağını söker giderdim
Bir olurdu zengin fakir her zaman
Bütün hastalara olurdum derman
Ne gavur kalırdı ne de müslüman
Tümünü bir yola çeker giderdim
O günü görseydim gönlüm gülerdi
Bütün dünya halkı bayram ederdi
Ne bir silah ne bir atam kalırdı
Bir derin deryaya döker giderdim
Gece gündüz çalışırdım millete
Bir faydalı kul olurdum devlete
Bir ırmak misali güneşten öte
Başka dünyalara akar giderdim
Uyanırdı bizden mantıkla hisler
Taş atmazdı bize softa iblisler
Tutmazdı bizleri cahil kabuslar
Yobazlara şimşek çakar giderdim
Her zaman yaşardık namusla arla
Çalışırdı insan ticaret karla
Dünyayı ederdim koca bir tarla
Birlik tohumunu eker giderdim
Bir devlet ederdim bu ulu hanı
O zaman sürerdik yolu erkanı
İnsanı ayıran o kör şeytanı
Boynuna bir zincir takar giderdim
Gerçek insanlarla eder idim Cem
Seçerdim orada iyi ile kem
Doğrulardan yana olurdum her dem
İrtica kolunu büker giderdim
Kul Ahmet der varlığımız bitmezdi
İnsanoğlu yanlış yola gitmezdi
Ayrı ayrı devlet icap etmezdi
Dünyaya bir bayrak diker giderdim
Hatırlıyorum. Akşama kadar 12 dörtlük olarak şiiri yazdım. O akşam ki konseri organize edenler, Doğan Kılıç ve Alican Önder idi. Bu şiiri ilk önce Osman Dağlı'ya okudum. O çok beğendi.
1970 Yılında İstanbul Tepebaşı Gazinosu'nda bir gece bu şiiri çaldım, okudum. Sıkıyönetim vardı o zamanlar. Beni tutukladılar. Bu şiir yüzünden Selimiye Cezaevinde tam bir yıl üç ay yattım. Çoluk çocuk perişan olduk. Bu şiir yüzünden bir çok kereler tutuklandım. Halbuki suç olacak hiçbir şey bu şiirde mevcut değil.
İşin garip tarafı şu ki bu şiir bir çok kereler başka aşıklara maledilerek yayımlandı. Yani başkaları tarafından çalındı. Uzun hikaye, bu yüzden Şinasi Koç ile mahkemelik oldum. 1990 Yılında açtığım davadan 50 milyon liralık tazminat davası kazandım. Haydar Öztoprak ile mahkemelik oldum 1994 yılında 100 milyon liralık tazminat davası kazandım. Bu belalı şiir yüzünden çok manevi sıkıntı çektim. Anlatmak istemiyorum.
H. İVGİN - Teşekkür ederim Sayın Kul Ahmet! Seni bu hasta halinle yordum. Çok güzel bir sohbet oldu.
KUL AHMET- Sayın Hayrettin Bey biraz iyi olayım. Daha çok sohbet edeceğiz. Aslında, ben sana çok teşekkür ederim.
|