ana sayfa
türkü sözleri
türkü notaları
türkü hikayeleri
gönül verenler
bağlama-nota
ozanlarımız
halk müziği
konser-tv
kitaplık
yazılar
sözlük
arşiv
linklerimiz
görüşleriniz
site içinde ara

Güncellemelerden haberdar olmak için
e-mail listemize üye olunuz. 

İsim: 
E-mail: 
            
 

 
   
SİVAS’TA BİR “BAĞLAMA FESTİVALİ” HAYAL ETMEK!

Okan Murat Öztürk*
 

    Türkiye’de “iyi niyetle” bir şeyler yapmak mümkün müdür?

Türkiye’yi “idare eden kadro”lar bu ülkede, iyi-güzel ve doğrudan yana bir şeyler yaşanmasını/yapılmasını, “gerçekten” arzu ederler mi, ediyorlar mı?

Geçtiğimiz Haziran ayından itibaren neredeyse 4 ay boyunca Sivas’ta, uluslararası nitelikte ve Türkiye’de ilk kez yapılacak olan bir “bağlama festivali”nin hazırlık çalışmalarını, “festival sanat danışmanı” sıfatıyla, “gönüllü” olarak yürütmekteydim. Yola çıkışım, Cumhuriyet Üniversitesi Müzik Eğitimi Bölümü öğretim görevlilerinden Zekeriya Kaptan’ın Ankara’ya gelip, üniversite adına böyle bir festival düzenleme düşüncesiyle başlamıştı. Zekeriya Kaptan, buluştuğumuz kafede heyecan ve umutla bana, gerçekleşmesini çok arzu ettiği bağlama festivalinden söz ediyor, üniversite yönetiminin projeye olumlu yaklaştığını belirtiyor ve benden de bu projeye her anlamda “destek” vermemi istiyordu. Açıkçası yıllardır özlemini çektiğim böyle bir fikre, ben de çok sıcak baktım ve neler yapılabileceği üzerine düşünce ve önerilerimi sıraladım.

Önerilerim arasında, böyle bir etkinliğin Sivas’ta yalnızca üniversite bünyesinde değil, şehrin tümünü kucaklayacak bir şekilde düzenlenmesi geliyordu. Cumhuriyetin kuruluşunda 4 Eylül Kongre’siyle tarihimize çok önemli bir katkı sağlamış bulunan Sivas, 2 Temmuz olaylarıyla bambaşka bir konum kazanmıştı. O inanılmaz katliamda yitirilenler, aslında Türkiye’nin nasıl karanlık bir yolda ilerlediğini gösteren bir diğer kilometre taşı olmuştu. Belleklerimizde hala bütün sıcaklığıyla duran 2 Temmuz olaylarının, aslında cumhuriyete ve çağdaşlaşma idealine sahip hiç kimsenin asla unutmaması gereken bir utanç ve ibret vesilesi olduğu bir gerçektir. Her yıl o dehşet olayın unutulmaması için Madımak Oteli’nin bir müze haline getirilmesi adına yapılan eylemler, yaşadığı ülkeyi seven bir aydın olarak gerçekten yüreğimi burkmaktadır. Ama Sivas’a gidip de bugün hala o korkunç olayın yaşandığı otelin bırakın müze olmasını, altında bir “İskenderci”nin (!) bulunduğuna tanık olmak, insanı gerçekten dehşete düşürmekte, “mahalle baskısı” denilen sosyolojik olgunun nasıl “tehditkar” olabileceğine dair çok iyi bir örnek teşkil etmektedir.

Sonuçta ulusal sesimiz olan bağlamayla, tüm Türkiye için önemli bir sahiplenme ve barış mesajı olabilecek bu projeyi ben de destekledim ve konuyu valilikle görüşmek üzere, Sivas’a gittim. Amacımız, Sivas’ın kendisinin de artık bir “bilinç” noktasında olduğunu görebilmek ve böyle bir projenin yalnızca Sivas’a değil, tüm Türkiye’ye nasıl önemli mesajlar verebileceğinin bizzat Sivas’ın yerel yöneticileri tarafından anlaşılmasını sağlayabilmekti. Nitekim valilikte, vali yardımcısı ile yapmış olduğumuz ilk görüşme, İl Kültür Müdürü’nün “Türk Sazı Bağlama” vurgulamasının yarattığı anlamsız kompleks dışında, oldukça olumlu geçmiş ve hatta festival için hemen “hazırlıklara” da girişilmişti. Benim önermiş olduğum program, yalnızca konserlerden oluşmamaktaydı. İstiyordum ki bağlama için Türkiye’de ve yurt dışında araştırmalar yapan ve alanında otorite konumundaki akademisyenler ve araştırmacılar panellerde buluşsunlar, önemli icracılar “workshop” ve “masterclass”lar aracılığıyla, bağlamaya ilgi duyanlarla bir araya gelsinler. Bağlamayı aynı zamanda bilimsel yönüyle ele alabileceğimiz, tartışabileceğimiz ve bilgilenebileceğimiz bir ortam yaratabilelim. Bu amaçla Türkiye’nin önde gelen bilim adamları, akademisyenleri ve sanatçılarından oluşan son derece saygın ve birbirinden değerli isimleri, bu festival vesilesiyle bir araya gelsinler ve etkinliklere katılan herkes, hem orada bulunmanın hazzını yaşasın hem de Türkiye, Sivas’ın artık “başka” bir anlayışın eşiğinde olduğunu görme imkânına kavuşsun.

Bu ilk görüşmenin hemen ardından Vali Bey’in imzasıyla benim belirlemiş olduğum katılımcı ve davetli listesinde yer alan isimlerin tamamına, 23-25 Ekim tarihlerini kapsayacak 3 günlük bir festival davet yazısı gönderildi. Kimler yoktu ki bu listede: Prof. Dr. Yalçın Tura, Prof. Dr. Ertuğrul Bayraktar, Musa Eroğlu, Talip Özkan, Mehmet Erenler, Yavuz Top, Arif Sağ, İhsan Öztürk, Erkan Oğur, İsmail Demircioğlu, Bengi Bağlama Üçlüsü (Okan Murat Öztürk, Özay Önal, Erdem Şimşek), Cengiz Özkan, Erol Parlak, Çetin Akdeniz, Erdal Erzincan, Prof. Dr. Şehvar Beşiroğlu, Ersu Pekin, Fikret Karakaya, Oğuz Elbaş, Prof. Dr. Yetkin Özer, Prof. Dr. Cihat Can, Prof. Dr. Hakan Cevher, Prof. Dr. Ahmet Turanlı, Doç. Dr. Yavuz Daloğlu, Yard. Doç. Dr. Erdal Tuğcular, Yard. Doç Dr. Can Karahan, Dr. Ayhan Sarı, Yard. Doç. Dr. İ. Yavuz Yükselsin, Öğr. Gör. Savaş Ekici, Dr. Cenk Güray Türkiye’den katılanlar arasındaydılar. Yurt dışından ise Hans de Zeuuw (Hollanda), Mansur Bildik (Avusturya), Irene Markoff (Kanada), Jerome Cler (Fransa), Adil Arslan (Almanya) gibi isimlerin davet edilmeleri öngörülmüştü. Nitekim bu isimlerin büyükçe bir bölümünü ben bizzat arayarak, projeden ve projenin Türkiye’ye kazandırabileceklerinden detaylı bir şekilde söz etmiştim. Ne yalan söyleyeyim, görüştüğüm kişilerin birçoğu, projeden heyecan duyduklarını belirtmekle beraber, Sivas’a dair kaygılarını da dile getirmekten geri durmamışlardı. Ancak benim ısrarlı ve heyecanlı bir üslupla projeyi gerçek anlamda sahiplenen ve savunan tutumum karşısında da can-ı gönülden katılmayı kabul ettiler. Böylece Temmuz ve Ağustos ayları geçti. Eylül ayına gelindiğinde projeyle ilgili olarak yeniden bir toplantı yapma gereği hasıl olmuştu. Çünkü artık programın ve katılımcı listesinin kesinleştirilmesi ve tüm detayların bütçelendirilmesi gerekiyordu. Ancak bu aşamada, Cumhuriyet Üniversitesi’ne, diğer pek çok üniversitede olduğu gibi yeni bir rektör “atanmıştı”. Valilikte de, benim ilk görüşmeleri yapmış bulunduğum vali yardımcısı farklı bir görev bölgesine tayin olmuş, onun yerine de yeni bir vali yardımcısı atanmıştı. Böylece proje, gerçekleştirilmesine neredeyse bir ay kala, tam anlamıyla “sıfır” noktasına gelmişti. Yani her şeye yeniden başlamak gerekiyordu. Tüm bu olumsuzluklara rağmen ben, Vali Bey’in projenin arkasında durduğundan her anlamda emindim. Çünkü Sayın Vali, aynı zamanda bağlamayı çok seven ve projeye de başından beri çok olumlu bakan biriydi. Zaten başlangıçta yalnızca üniversite ile yapılması düşünülen bu festivalin organizasyonu, Vali Bey’in sahiplenmesiyle, Sivas Valiliği’nce üstlenilmiş durumdaydı artık…

İdealist insanlar kolay kolay umutsuzluğa kapılmazlar! Ben de bir idealist olarak, 11 ve 12 Eylül tarihlerinde (tarihlerin talihsizliği ortadayken!) Valilikte yapılan görüşme ve toplantılarda, projenin gerçekleştirilebilmesinin “zor”a girdiğini bizzat tanık oldum. Nitekim 12 Eylül günü Valilikte, Sayın Vali’nin başkanlığında gerçekleştirilen toplantı festivalin Sivas’ta yapılamayacağını anlamamı sağladı. Bu toplantıdan bir gün önce, yeni gelen Vali Yardımcısı ile birlikte, Sivas şehir merkezinde bulunan kültür merkezi ile üniversitedeki kültür merkezinde bulunan etkinlik mekanlarını gezmiş, programın detaylarını, mekansal ve teknik imkanlar anlamında yerinde incelemiştik. Bu olumlu hava içinde 12 Eylül’deki toplantıya girdiğimde ise, toplantıya katılanlar itibariyle bir şeylerin yolunda gitmeyeceğini/gidemeyeceğini bizzat görmüş bulundum. Toplantıya Vali Bey başkanlık ediyorlardı. Kültür-sanat konularıyla ilgilenen vali yardımcısı da toplantıda bulunmaktaydı. Toplantıya katılan diğer görevliler ise şunlardı: İl Genel Meclisi Üyesi, İl Kültür Müdürü, İl Milli Eğitim Müdürü, Belediyeyi temsilen bir yetkili, Üniversite rektör yardımcısı ve bir diğer üniversite yetkilisi, valilik festival organizasyonunda görevli çalışanlar, ben ve projenin fikir babalığını yapan Öğr. Gör. Zekeriya Kaptan ile Öğr. Gör. Duygu U. Yılmaz.

Vali Bey, toplantının açılışında aslında çok “geç kalınmış” bir konuşma yaparak, festivalin önemini katılımcılara açıklamaya çalıştı ve finansman bakımından organizasyon için ihtiyaç duyulan bütçeden söz ettiler. Hemen ardından da festivalin organizasyonuyla ilgili detaylar için bana söz verdiler. Ben, toplantıya katılanlara, festivalin hangi amaçla ve neden Sivas’ta yapılmasının düşünüldüğünü tüm boyutlarıyla anlattım. Karşımdaki yüzlerin hiçbirisinde, bizlerin yüzündeki heyecan ve sorumluluk duygusundan eser yoktu. Ben tam da o sırada anlamış bulundum, bu festivalin, “asla” Sivas’ta yapılamayacağını! Çünkü o toplantıda, Türkiye’nin gerçek anlamda “parçalanmış” yüzüyle “bir kez daha” karşılaşmış oldum. Türkiye’de birkaç idealist insan tümüyle yurtsever duygularla düşünce, proje üretirlerken, mevki-makam sahibi olan diğerleri, istiflerini bile bozma gereği duymuyorlardı. O muhteşem İl Kültür Müdürü olan zat, benim bütün söylediklerime sadece festivali izlemeye gelenlerin “slogan” atıp, “pankart açabilecekleri” ihtimalini ekleme gereği duymuştu! Onun için böyle bir etkinlik, Sivas’ta asla düzenlenmemeliydi. Bağlama sadece “aşıklar bayramı”nda “milli duyguları” canlandıracak tarzda Sivas’ta çalınabilirdi. Öyle uluslararası bağlama festivali, konserler, paneller, workshoplar, masterclasslar filan… Hiç gerek yoktu böyle şeylere…

Sonuçta ne mi oldu? Tabii ki “bütçe bulunamadığı” gerekçesiyle bağlama festivali, Vali Bey tarafından “iptal edildi”!

Ben hala kendi adıma inanmak istemiyorum ama Türkiye’yi her anlamda “yitirdiğimizi” düşünüyorum artık. Türkiye’nin şehirleri, birer birer cumhuriyet değerlendiren uzaklaşarak koyu bir gericiliğin uçurumuna yuvarlanıyor. Mustafa Kemal’in ileri görüşlülüğünden öylesine uzaktayız ki… Geçen her gün, tıpkı evrenin genişlemesi gibi, çağdaşlaşma idealinden biraz daha uzaklaştığımızı çok net görebiliyorum. Ama ne olursa olsun şu tarihsel gerçek de galiba değişmiyor: Milletler veya toplumlar, layık oldukları şekilde yönetiliyorlar!

Bu arada sizlere Sivas’la ilgili küçük bir not vermek isterim. Bağlama festivaline para bulamayan belediye, “halkı eğitmek için” Sivas’ın kaldırımlarına LCD televizyon ekranları döşemiş durumda! Yanlış okumuyorsunuz. Sivas’ın kaldırımlarında, LCD televizyonlar var!

Ne hoş bir “çağdaşlık” göstergesi değil mi?!

Tabii insan düşünmeden edemiyor: Hani derler ya “Ayranı yok içmeye…”


*Sanatçı, Öğretim Görevlisi


 

 



anasayfa l notalar l sözler l bağlama l hikayeler l gönül verenler
halk müziği l ozanlar l yazılar l kitaplık l konser-tv l linklerimiz l görüşleriniz

Herhangi bir konuda yazışmak için: turkuler@turkuler.com