| 
               
                  Tarihin herhangi bir döneminde yaşanmış 
              olaylar hem iyi, hem de kötü yönleriyle bu olayları yaşayan 
              toplumun veya milletin kültür ürünleri içinde yansıtılır. Mitik 
              dönemde insanoğlunun dünyayı ve evreni kavramaya çalışması ve bu 
              çerçevede oluşturulan düşünce ve olaylar mitik anlatmalarda yer 
              bulmuş, epik dönem adını verdiğimiz dönemde yaşanmış olaylar bir 
              kahraman etrafında bütün bir milletin başarısını ve ideallerini 
              gösterecek şekilde aktarılmıştır. Roman dönemine gelindiğinde ise, 
              daha bireysel olaylar etrafında yoğunlaşma olmuş ve bu çerçevede 
              iki kişi arasında yaşanan duygusal ilişkiler konu edilmiştir. 
              Gerek epik ve gerekse roman döneminden itibaren toplumların 
              üzüntü, gam ve kederlerini dile getirdikleri daha kısa halk 
              yaratmaları da vardır. Bu yaratmaların içinde bir taraftan tarihte 
              yaşanmış olaylar konu edilirken, diğer taraftan da bireysel üzüntü 
              ve sıkıntılar ve bunların toplumsal yansımaları dile 
              getirilmiştir. 
               
              Biz bu bildirimizde yakın dönemde Türk insanının yaşadığı önemli 
              tarihi olaylar ve bunların halk yaratmalarından ağıtlara nasıl 
              yansıdığını ele alacak ve yazılı tarih yanında, ağıtların da 
              yazılı olmayan tarihi belgeler şeklinde halkın yaşanan olaylar 
              karşısındaki üzüntü ve tepkisinin nasıl dile getirildiğini 
              tartışacak; kısaca, Yemen ve Kore’yi kitaplarda değil, ağıtlarda 
              arayacağız. 
               
              Bildirimizin asıl konusuna geçmeden önce, ağıt ve ağıt söyleme 
              geleneğinin kültürel derinliği ile coğrafi boyutları hakkında kısa 
              bir bilgi vermek istiyorum. İnsanlar, başta ölüm olmak üzere 
              çeşitli sebeplerle sevdiklerinden ayrılmak durumunda kalırlar. 
              Kişilerin hastalanması, kızın gelin olması, delikanlının askere 
              gitmesi, vatan toprağının kaybedilmesi, sevgilinin gidip de geri 
              dönmemesi, sel baskını, zelzele, yangın, salgın hastalık gibi 
              büyük felaketlerin meydana gelmesi, sevilen hayvanların kaybı ve 
              ölümü üzerine söylenen ezgili şiirler ağıt türünden eserlerdir. 
              Bütün bunlardan hareketle ağıt; “İnsanoğlunun ölüm karşısında 
              veya canlı – cansız bir varlığını kaybetme, korku, telaş ve 
              heyecan anındaki üzüntülerini, feryatlarını, talihsizliklerini, 
              düzenli – düzensiz söz ve ezgilerle ifade eden türküler” 
              olarak tarif edilmiştir (Elçin 1990: 1). 
               
              Başka bir ifadeyle ağıtları şöyle tanımlamak mümkündür: 
              “Yüreğin titreyişi sonucu söylenilen ve milli şiirlerimizin en 
              dokunaklısı olarak adlandırdığımız ağıtlar, ölenin ardından 
              dökülen gözyaşları ve çekilen ıstırabının acı dolu 
              terennümleridir.” (Yaldızkaya 1992: 11). 
              Türk kültüründe oldukça köklü bir maziye sahip olan ağıt ve ağıt 
              söyleme veya ağıtçılık geleneği, çeşitli Türk boyları tarafından 
              günümüze kadar yaşatılan ortak en eski geleneklerden birisidir. 
               
              Orhun Âbideleri’nde “Sıgıt” ve “Sıgıtçı” 
              olarak gördüğümüz ağıt ve ağıt söyleme geleneği, Türk boylarındaki 
              dil ve gelenek farklılaşması ile geniş bir coğrafyaya dağılma 
              sebebiyle çeşitli kelimelerle adlandırılmıştır. Bazı Türk 
              boylarında, bugün, ağıt ve ağıt söyleme geleneğiyle ilgili şu 
              kelimelere rastlamaktayız. 
               
              Çin Halk Cumhuriyeti’ne bağlı Doğu Türkistan’da yaşayan Uygurlar 
              ağıt türü şiirlere “Mersiye koşukları”, Kuzey 
              Kafkasya’da yaşayan ve Kıpçak lehçesiyle konuşan Karaçay – Malkar 
              Türkleri; “Küv”, Kerkük Türkleri; “Sazlamağ”, 
              Kırım Tatarları; “Taqmaq” adını vermektedirler. 
               
              Ağıda, Özbekler; “Matemname”, Kazak ve Kırgızlar; “Coktav”, 
              Azeriler; “Ağı”, Batı Türkistan sahasında yaşayan 
              Türkmenler; “Ağı”, “Tavs”, “Tavşa”, 
              Kuzey Kafkasya’da ve Dobruca’da yaşayan Nogaylar; “Bozlau/Bozlaw”, 
              Başkurtlar; “Märsiya / äytiv”, Kumuklar; “yas”, 
              Gagauzlar; “dizmek” adını verir (Yaldızkaya 1992:11; 
              Kaya 1999:245; Özkan, Horata 1999:319). 
               
              Ağıt kelimesinin Almanca’da karşılığı “totenlage”, 
              Fransızca’da “élégie”, Rusça’da “plaç, 
              priçitaniya”, İngilizce’de “lament” 
              kelimeleridir. 
               
              Geçmişi anlamak için tarihi bilmek yeterli olmayabilir. Bunun yanı 
              sıra halk yaratmalarını anlamak ve halkın yarattığı bu değerlerden 
              faydalanarak doğrulara varmak, geçmişimizi daha iyi 
              değerlendirmemizi sağlar. Tarihçiler, tarihi olayları 
              bulabildikleri belgelerle yorumlayarak yazar, ancak, o tarihi 
              olayları bir de halkın gözüyle görmek, bizim konuya daha farklı 
              bir açıdan bakmamızı sağlar. Çünkü, her olayda, özellikle 
              savaşlarda sevinci de, acıyı da yaşayan halktır. Tabii olarak, 
              bunun yansımaları da halk yaratmalarında görülecektir. 
               
              Halkın duyduğu üzüntü, keder ve sıkıntıları en iyi şekilde 
              yansıtan halk yaratmaları içinde belki de en önemlisi ağıtlardır. 
              Çünkü, yaşanan olaylar tüm gerçekliğiyle ağıtlarda gözler önüne 
              serilir. Bildirimizde sözlerini vereceğimiz ağıtların bazıları 
              tarafımızdan derlenmiş ve “Türkmen Ağıtları” adlı eserimiz ile bir 
              tanesi de “Erciyes Dergisi”nde yayınlanmıştır.1 
               
              Uzun süre Osmanlı İmparatorluğu egemenliğinde kalan ve 
              İmparatorluğun en uzak toprağı olan Yemen,sık sık çıkan isyanlarla 
              daima Osmanlı’nın başını ağrıtmış;her çıkan isyanı bastırmak için 
              Anadolu’da seferberlik ilan edilmiş,içlerinde 15-16 yaşlarında 
              çocukların bile bulunduğu gençler,Yemen’e gönderilmek üzere 
              kışlaların önüne dizilmiş ve bunlara “Redif Alayları” denilmiştir. 
               
              Bugün;TRT repertuarında yer alan ve hüzünlü bir melodiyle 
              okunan,Muzaffer Sarısözen’in Muşlu Düriye Keskin’den derlediği “Havada 
              Bulut Yok Bu Ne Dumandır” ağıdının, 
               
              “Şu dağın ardında redif sesi var, 
              Varın bakın çantasında nesi var, 
              Bir çift pabuç ile bir de fesi var,” 
               
              “Burası Hus’tur,yolu yokuştur, 
              Giden gelmiyor,acep ne iştir ?” 
               
              bölümündeki “Şu dağın ardında redif sesi var" mısrasında 
              söz edilen “Redif sesi”, yukarıda bahsettiğimiz “Redif 
              Alayları “dır. 
               
              Yemen’de her isyan çıktığı haberi İmparatorluğa 
              ulaştığında;Yemen’e gönderilmek üzere,Anadolu’dan toplanan 
              askerler,yürüyerek İzmir’e,oradan da yabancılardan kiralanan 
              gemilerle, Yemen yolculuğuna çıkmışlardır.Ne var ki,günlerce 
              yürüyerek yorgun düşen askerlerden bir kısmı gıdasızlık ve 
              bakımsızlıktan meydana gelen salgın hastalık sonucu,daha yolculuk 
              esnasında Kızıldeniz’in sularına gömülerek;Yemen’e varabilenler 
              ise,”Tehame Çölleri”nde günlerce süren yürüme sonucu meydana gelen 
              su kaybından tifo hastalığına yakalanarak hayatına kaybetmiş ve 
              elbiseleriyle beraber açılan çukurlara gömülmüşlerdir.Bu 
              bakımdan,Yemen’de çok şehit verilmiş,en çok ağıt da Yemen için 
              yakılmıştır.  
               
              Genellikle ana, bacı, yavuklu, gelinlerin ya da ağıtçı kadınların, 
              Anadolu coğrafyası dışına gönderilerek şehit olanlar için 
              söyledikleri ağıtlar, halk kültürümüzde önemli bir yer tutar.Yemen 
              cephesine gönderilen Mehmetçiğin şehit olması üzerine, yüreği 
              yanan Anadolu kadınının “Yemen bizim neyimize?” şeklindeki 
              haykırışını ağıtlarda görürüz. 
               
              “Yemen bizim neyimize? 
              Şivan düştü evimize, 
              Bak yavrular yetim kaldı,  
              Güvenmeyin beyinize.” 
               
              Aynı şekilde; 1950 yılında Birleşmiş Milletler kararıyla,Güney 
              Kore’ye gönderilen ve Mançurya sınırına yakın bir yer olan 
              Kunuri’de kendini çatışmanın içinden bulan Türk Tugayından geriye 
              dönmeyenler için ağıt yakan Anadolu kadını, Türk askerinin Kore’ye 
              gönderilmesini anlamsız bulmuş, bunu Emirdağ yöresinden derlediğim 
              ağıtta, “Kore senin vatanın mı, yurdun mu?” şeklinde ifade 
              etmiştir. 
               
              “İzmir’den mi kalktı Kore’ye gemi ? 
              Gemi kurban olam getir Eyüb’ü, 
              Çok ağlattın anan ile Baliş’i, 
              Kore senin vatanın mı, yurdun mu? 
              Gayıbıdın oğlum şehit oldun mu?” (Yaldızkaya 1996:6) 
               
              Savaşa gidenin dönüp, dönmeyeceği, elbette, bilinmez. Kimileri, 
              istediği kız ile sözlenemeden askere gidince, askere giden 
              delikanlının ardından bacısı şöyle feryad eder; 
               
              “Gitme Yemen’e Yemen’e, 
              Yemen yolu toz kardeşim, 
              Kapımızdan suya gitti, 
              İstediğin kız kardeşim.” (Özdemir 1994:57) 
               
              Kimileri nişanlısının gönlü razı olmasa da; 
               
              “Tüfeğim kayada asılı kaldı, 
              Esvabım sandıkta basılı kaldı, 
              Nişanlım ben ile küsülü kaldı.” (Öztelli 1972:640) 
               
              Kimileri taze gelini bırakarak, 
              “Ağamı yolladılar Yemen eline, 
              Çifte tabanca takmış beline, 
              Ayrılmak olur mu taze geline?” (Öztelli 1972:639) 
               
              Kimileri ise, altı aylık yavrusunu bırakarak, Yemen çöllerine 
              gitmiş ve bu gidiş ağıtta şöyle ifade edilmiştir; 
               
              “Gümüş cezvelerim kaynar ocakta, 
              Yemen çöllerinde kaldım sıcakta, 
              Altı aylık yavrum kaldı kucakta.” (Öztelli 1972:640) 
               
              Kore’ye savaşa giden Yozgatlı gencin ardından, eşinin yaktığı ağıt 
              hasret duygusunu çarpıcı şekilde ifade ediyor. 
               
              “Bebeğin beşiği allanıyor, 
              Benim göğnüm gamlanıyor, 
              Tez gel del’eşim gurban olurum, 
              Abide gız gayri dilleniyor.” (Şahin 1995:201) 
               
              Çukurova’dan derlenen bir Yemen ağıdında da benzer ifadelere 
              rastlıyoruz. 
               
              “Basma fistan kirlenirse, 
              Başta püsgül fırlanırsa, 
              Ya kimlere baba desin? 
              Senin bebek dillenirse.” (Yaşar Kemal 1992:55) 
               
              Deniz kıyısında büyümemiş Türk insanı denizi ve gemiciliği pek 
              bilmez. Dalga vurup, gemi sallandıkça deniz tutar. Deniz tutması 
              ise çok rahatsız edicidir. Kız kardeşi, askere gidip dönmeyen 
              ağabeyinin ardından söylediği bir ağıtta bunu şöyle dile getirir; 
               
              “Bir gemiye doldurdular, 
              İstanbul’a bildirdiler, 
              Sallar gemi, döğer dalga, 
              Gül benzini soldurdular.” (Özdemir 1994:57) 
               
              Yemen ağıtların kimi dörtlükleri ise, bilinmeyen o coğrafya 
              hakkında kulaktan dolma bilgilerle olsa da ciddi öğütler 
              vermektedir: 
               
              “Anam oğlu Mehmet Ali, 
              Daima bağlardı sarı, 
              Kefiyeni çal başına, 
              Keskin eser çölün yeli.” (Özdemir 1994:58) 
               
              Kocası Yemen’e gönderilen kadın acılarını dile getirirken, âdeta 
              Padişah’a kafa tutar; 
               
              “Padişaha söyleyin yari göndersin, 
              Bu kanunu, bu zagonu döndersin, 
              On seneyi bir seneye indirsin, 
              Hiç mi merhamet yok Sultan Aziz’de? 
               
              Gelin ömrüm geçti, ben mozuluyum, 
              Kara saçım ağ ördürdüm düzlüyom, 
              On senedir asker yolu gözlüyom, 
              Saçım ağardı, fer kalmadı gözde.” (Öztelli 1972:643)  
               
              Bazen de seslenişi yalvarırcasınadır. 
               
              “Yemen’in de ardı dağlar, 
              Yağlığını kıvrak bağlar, 
              Koyurunda Musa’m gelsin, 
              Yemen’de oturan beyler.” (Özdemir 2001:47)  
               
              Bazı ağıtlarımız var ki; aynı aileden birkaç ferdin şehit olması 
              üzerine yakılmıştır. Emirdağ yöresinden derlediğim bir ağıtta; 
               
              “Ali Ağam Edirne’de oldu şehit, 
              Garabıyık Yemen’de ünlendi yiğit, 
              İbik Ağam Kudüs’te kaldı bi büyük, 
              Ben bu derdin hangisine yanayım, 
              Zincirler zapdetmez benim gönlümü.” (Yaldızkaya 1992:41) 
               
              Bir başka ağıt, Yemen’de şehit düşen Çukurovalı iki kardeş için 
              yakılmıştır. 
               
              “Tarlalarda biter kamış, 
              Uzar gider vermez yemiş, 
              Çöl Yemen’de can verenler, 
              Biri Mehmet, biri Memiş.” (Yaşar Kemal 1992:56) 
               
              Yemen’de şehit olan evladının bedeninin gömülmediğini ve güneş 
              altında çürüyüşünü, gözlerini karıncaların oyuşunu, görmüş gibi 
              anlatan Anadolu kadınının feryadı bugün bile yürekleri sızlatır. 
               
              “Günden yanı soldu m’ola? 
              Yerden yanı uldu m’ola? 
              Mehmed’imin ala gözün, 
              Garıncalar oydu m’ola?” (Yaşar Kemal 1992:55)  
               
              Yemen’i kulaktan dolma bilgilerle tanımaya çalışan Anadolu 
              kadını,aynı şekilde;adını belki hiç duymadığı,yerini bilmediği ve 
              Anadolu’dan kilometrelerce uzakta bulunan Kore’nin varlığından 
              ,ancak,kardeşinin Kore’ye gönderileceğinin belli olmasından sonra 
              haberdar olmuştur.Kore’ye gidip de dönmeyen kardeşinin ardından 
              uzunca bir ağıt yakan kız kardeşi;aradan 46 yıl gibi uzun bir süre 
              geçmesine karşın, aşağıdaki mısraları hatırlayabilmiştir.Emirdağ 
              yöresinden derlediğim bu ağıt;muradına eremeden şehit olan 
              kardeşinin ardından yüreği yanan Anadolu kadınının Kore’ye 
              bakışını açıkça ortaya koymaktadır. 
               
              “Kore’ye gidiyor bir uzun çığra, 
              Allah’ın aşkına Eyüb’e uğra. 
               
              Eyüp bize ,biz Eyüb’e doymadık, 
              Gelin alıp çeyizini dökmedik. 
               
              Ufacıktır şu Kore’nin evleri, 
              Benim gardaşımdır küçük beyleri.” (Yaldızkaya 1996:6)  
               
              Askerlik tarihimizde kimi zaman “bedelli askerlik” uygulaması 
              yapılmış, “bedel” vermeye gücü yetmeyenler evladını askere 
              göndermiş, şehit olunca da bunu ağıtlarda şöyle dile getirmiştir. 
               
              “Yemen yolu çukurdandır, 
              Karavana bakırdandır, 
              Zenginimiz bedel verir, 
              Askerimiz fakirdendir.” (Özdemir 2001:46) 
               
              Sonuç olarak;ağıtlar kişilerin özgeçmişleri olduğu gibi,bir bakıma 
              toplumların da özgeçmişidir.Zira,bir milletin tarihi serüvenini 
              ağıtlardan izlememiz mümkündür.Tarih kitaplarında bulamadığımız 
              kimi bilgileri,Anadolu insanının yaktığı ağıtların mısraları 
              arasında bulabiliriz. 
               
              Başta, Çanakkale Savaşı olmak üzere;Yemen,Kore,Sarıkamış,Balkanlar 
              ile Kıbrıs’ta şehit olanlar için yakılmış ve halen derlenmemiş 
              daha nice ağıtlarımız olduğuna inanıyorum.Zaman geçirilmeden 
              yapılacak geniş bir saha araştırmasıyla bu ağıtların da gün 
              ışığına çıkarılmasını diliyor;bu noktada,akademisyenlere önemli 
              görevler düştüğünü belirtmek istiyorum. 
               
               
              1 Bk. Ömer Faruk 
              Yaldızkaya. Emirdağ Yöresi Türkmen Ağıtları. İzmir: Bayraklı 
              Matbaası, 1992  
              Ömer Faruk Yaldızkaya. “Bir Kore Ağıdı.” Erciyes Dergisi.Sayı: 
              221,ss.6.Mayıs,1996. 
               
              
              
              KAYNAKLAR :  
              1. Elçin,Şükrü.Türkiye Türkçesinde Ağıtlar.Ankara:Kültür 
              Bakanlığı Yayını,1990. 
              2. Kaya,Doğan.Anonim Halk Şiiri.Ankara:Akçağ Yayını,1999. 
              3. Özdemir,Ahmet Z.Öyküleriyle Ağıtlar.Ankara:Kültür 
              Bakanlığı Yayını,1994. 
              4. Özdemir,Ahmet Z.Öyküleriyle Ağıtlar II.Ankara:Kültür 
              Bakanlığı Yayını,2001. 
              5. Özkan,Nevzat;Osman Horata.Türkiye Dışındaki Türk 
              Edebiyatları Antolojisi-12,Romanya ve Gagauz Edebiyatı.Ankara:Kültür 
              Bakanlığı Yayını,1999. 
              6. Öztelli,Cahit.Evlerinin Önü.İstanbul:Hürriyet 
              Yayınları,1972. 
              7. Şahin,Necati.Yozgat Ağıtları Üzerine Mukayeseli Bir 
              Araştırma.Kayseri:Erciyes Ün.SBE Basılmamış Yüksek Lisans 
              Tezi,1995. 
              8. Yaldızkaya,Ömer Faruk. Emirdağ Yöresi Türkmen Ağıtları. 
              İzmir: Bayraklı Matbaası,1992. 
              9. Yaldızkaya,Ömer Faruk.”Bir Kore Ağıdı”.Erciyes 
              Dergisi,Sayı:221,Mayıs,1996. 
              10. Yaşar Kemal.Ağıtlar.İstanbul:Toros Yayınları,1992. 
              
              
                |