A 
 Ab: Su
 Abdal: Gezgin derviş.
 Abdal donu: Gezgin derviş giysisi, derviş görünüşü. 
            Abeş: Kula renkte at, alacalı hayvan.
 Ab-ı zemzem: Kabe yakınlarında bir kuyu ve bu kuyunun Müslümanlarca kutsal sayılan suyu. 
 Abidane: İbadet edene yakışacak bir surette.
 Acem: İranlı.
 Acem dağları: Batı İran dağları.
 Acep: Acaba
 Açak: Açalım
 Açaram: Açarım
 Açılcağ:  Açılınca gelince.
 Açılıptur: Açılmıştır.  
 Adlım: Ünlü, ünü büyük.
 Adu taşı: Düşman taşı.
 Adu: Düşman, hasım.
 Ağ: Ak.
 Ağca: Akça, aka yakın, alacalı.
 Adu: Düşman.
 Agah: Vakıf, bilen.
 Ağ lavaş: Yufka ekmek. Ak undan yapılmış yufka ekmek.
 Ağ mercan: Ak mercan. [mec. Ak meme, sevgilinin süt gibi ak olan memesi.] 
 Ağca ceyran: Ak ceylan. ''Ağca ceyran sürme çekip gözüne.'' (Ak ceylana benzetilerek sevgilinin güzelliğinin vurgulanması.) 
 Ağ-gızıl: Ak, kızıl karışığı renk, alacalı 
            Ağıl: Koyun ve keçi sürülerinin gecelediği çit ya da duvarla
            çevrildiği yer. 
 Ağır sufra: Şölen sofrası.
 Ağır zürbe: Yabankazı, yabanördeği, turna gibi kuşların uçarken yaptıkları büyük dizi, katar. 
 Ağlaram: Ağlarım.
 Ağmak: Akmak, karışmak. ''Sırdaş olup ağ sulara.''
 Ağu: Ağı, zehir. 
 Ağyar: Başkaları.
 Ah ü firaz: Ah edip inlemek, ağlamak.
 Aharam: Akarım. ''Aharam seller içinde.''
 Ahd ü peyman: Yemin, and.
 Ahd: Vadetme, söz verme.
 Ahdipeyman-ahdipeyman: Ant, anta dayalı sözleşme, antlaşarak yapılan sözleşme.
 Ahenger: Demirci.
 Ahıl: Akıl
 Ahir: En son, sondaki, nihayet son olarak.
 Ahmer: Kırmızı , kızıl.
 Ahsen-i takvim: En güzel kıvama koyma, Cenab-ı Hakkın her şeyi kendisine layık en güzel kıvam, sıfat ve surette yaratılması. 
 Ah-u zar: Yüksek sesle ağlama, dövünme. 
 Ahval: Durum, durumlar. 
 Ahval: Haller vaziyetler , oluşlar .
 Akıl yetirmek: Akıl erdirmek.
 Akşamaca: Akşama değin, akşama kadar.
 Al: Hile, aldatma işi.
 Al malı: Yağlık, başa bağlanan örtü, al renkli çapı, vala
 Alma teki: Elma gibi, elma benzeri.
 Aluptur: Almıştır. 
 Ala göz: Ela göz.
 Ala: Ela.
 Alacabaz: Doğan, aladoğan, ''Eli alacabazlının'' 
 Aladağ salı: Aladağ düzlükleri. 
 Aladağ: Erciş'in kuzeyinde yer alan dağ sırası. Dede Korkut'ta da geçer. Van Gölü'ne dökülen Deliçay, Hacıdere ve Zilan akarsuları Aladağ sır.asından doğar. 
 Alak: Alalım. 
 Alakaftan: Alaca kumaştan yapılma giysi. Kınalı kekliğin (dağ kekliğinin) siyah ve pas rengi gerdan ve siyah çizgilerle bezeli yan tüyleri.
 Alasan: Alasın.
 Alçağ [alçah]: Alçak yer, yüksel olmayan yer.
 Alçağa: Alçak yere. 
 Alçak: Yüksek karşıtı, yüksek olmayan yer ova.
 Al duvağ: AI duvak. Gelinin yüzüne örtülen al renkli ipek örtü, duvak. 
 Alem: Yeryüzü ve gökyüzü nesnelerinin tümü, Evren. Dünya, Acun.
 Alışaban: Tutuşarak. ''Alışıban yanaram men'' 
 Alışmak: Tutuşmak, alev almak, alevlenmek. 
 Ali: Büyük, yüksek, üstün, yüce, aziz olan.
 Ali: Hazreti Muhammed'in damadı ve amcası Ebutalib'in oğlu .
 Alişan: Şan ve şerefi büyük olan, meşhur, bir çeşit lale.
 Allah-amandır: 1-Şaşma, beğenme duygusunu gösterme. 2-Allah aşkına.
 Alma: Elma.
 Alvala: Al renkli ipek dokuma yüz örtüsü.
 Amal: Amel, yapılan iş, eylem, edim. 
 Aman: Sığınca, koruyucu, dayanma gücü, umut. 
 Amana düşmek: Sığınarak bağışlanma ya da yardım dilemek
 Amanat: Emanet.
 Amanı aldırma: Umursamazlık, zora koşma 
 Amber: Amber kokusu, güzel koku. [Amberbalığı'ndan elde edilen güzel kokulu kül rengi madde, güzel kokulu kimi maddelerin ortak adı ] 
 Amel: Niyet, itaat, dini bir emri yerine getirme. (Bi amel: Amelsiz)
 Anasır: Elemanlar , öğeler.
 Anber: Amber.
 Andelip: Bülbül, seher kuşu.
 Annac-annaç: Karşı, karşı yön. ''Annacımdan gelen güzel'' 
 Aparmak: Götürmek, alıp gitmek. ''Felek can aparır...'' 
 Arabi: Arapça, Arap kavmine mensup.
 Araram: ararım. 
 Arasın: Arasını
 Arayı arayı: Araya araya 
 Araz: Aras Nehri. 
            Argaç: Davarların açıkta toplu olarak yattıkları yer, düz dağ
            sırtları. 
 Arkuru-arkurı inen: Karşı çıkan. 
            Arma: Eskiden erkeklerin, askerlerin bellerine bağladıkları fişeklik. 
 Arş: İslam dini inanışına göre göklerin en yüksek katı, dokuzuncu kat gök.  
 Arz'edilen-arzu ediben: Arzu ederek, arzulayarak.
 Arzıhal: Sunu, sunma. ''Arzıhal eyledim visal baçımı''
 Arzın al: Arzu ettiğini al. (88/3) [arz: Arzu]
 Arzı'nan Kamber: Yaygın bir halk hikayesinin kahramanları Arzu ile Kamber. 
 Arzuman: Arzu, dayanılması güç istek. 
 Asitan: Dergah, tekke, kapı eşiği.
 Aslı hariç: Soyu belirsiz, yabancı. 
 Aslı kıt: Soysuz, verimsiz. 
 Asuman: (Asman) Gök, sema.
 Aş: Yemek 
 Aşarsız: Aşarsınız 
 Aşık Emrah: Ercişli Emrah. 
 Aşık mısan: Aşık mısın. 
            Aşırma: Kova, bakraç. 
 Aşk dolusu: Halk inancına göre Pir'in, Üçler'in, Erenler'in içirdiği aşk şarabı.
 Aşlak: Aşılama, aşı.
 Aşna: (Aşina) Bildik, tanıdık, bilen, tanıyan, ahbab.
 Aşna: Aşına, dost, tanıdık.
 At: Satranç oyununda iki taşın adı.
 Ataş-ataşa: Ateş, ateşe.
 Ataşına: Ateşine. 
 Ataşlara: Ateşlere. 
 Ataşlı: Ateşli. 
 Atlanıban-atlanuben: Atla, atlanarak, atlı olarak. 
 Avara: Avare, boş, yararsız. 
 Avara: Boşta gezmek, işsiz, oyalanmak.
 Avaz: Yüksek ses 
 Avcu: Avcı
 Avlak: Av alanı. (avlağı-Av alanı)
 Avsın almaz mar: Büyü, tılsım tutmayan yılan. 
 Avsın: Büyü, tılsım. 
 Avuni: Avını. 
 Ayakça: Ayak kelepçesi, ayak bağı.
 Ayet: Kur'an'ın herhangi bir cümlesi.
 Aymak: Uyanmak, farkına varmak.
 Ayn el yakin: Gönül gözü. Tanrı'yı gerçek olarak gözle görerek bilme, sofilere göre bilgi, bilmek, görmek ve olmak aşamalarına ayrılır. Bir şeyi bilmeye  ''ilm-el yakıyn'', bilgisini görüş haline getirmeye ''ayne'l yakıyn'', bilginin oluş haline gelmesine ''Hak el yakıyn'' denir. 
 Ay'nan: Ayla, ay ile ''yeri ay'nan gün'ün arasındadır.''
 Aynası: 1. Yüzü, 2. Göksü. 
 Ayn-i rah: Yol gözlemek.
 Ayrılmanam: Ayrılmam, ayrılamam.
 Azad: Serbest bırakma, azat. 
 
             
            
            
            
             
             |