İnsanlık tarihi ile yaşıt olan
müzik; ırkı, dini, dili, inancı, toprağı ve bayrağı ayrı insanları
aynı ezgide birleştirecek, bir araya getirecek bir güce sahiptir.
Günümüze gelinceye kadar çeşitli seyirler ve gelişmeler kaydeden
müzik, toplumla etkileşip bütünleşen sanatların başında yer
almıştır.
Duygu ve düşüncelerin ses, söz ve ezgilerle anlatıldığı bir iletişim
aracı olan müzik, aynı zamanda kültürün temel öğelerinden biridir.
Düşüncenin ve felsefenin şekillendirdiği, beyinle doğrudan
bağlantısı olan bir “gönül dili” olan müzik, aynı zamanda insanlığın
ortak malı olarak da görülmektedir.
Güzel insanlar, yaşadıkları ortamda “güzellik duygusu” ile güzel
şeyler üretirler. Bu güzelliklerden pay almak isteyen insanlar da bu
ihtiyaçlarını, üretilen güzel sanat eserlerinden karşılayarak
ruhlarını doyurmuş olurlar.
İnsan ruhu, duygusu, aklı ve zekâsı, kültürü ve birikiminin ürünü
olarak üretilen “güzel müzik eserleri” kuşaktan kuşağa aktarılarak
daha sonra gelen insanların duygu ve düşünce dünyalarını
oluştururlar. Sanat ve kültür adamları, bir yandan toplumların
değerleriyle şekillenir, diğer yandan da yarattıkları eserlerle
toplumu etkileyerek şekillendirirler. Halk Müziğimiz de bu süreçte
yüzyıllar boyu halkımız tarafından üretilmiş, beğenilerek icra
edilmiş, biçimlenmiş, dilden dile, kulaktan kulağa dolaşmış,
yaşatılmış ve günümüze kadar gelmiştir.
Şanlıurfa müzik kültürü...
Yerleşim merkezi olarak 11.000 yıllık bir tarihe sahip olan
Şanlıurfa, tarih boyunca birçok medeniyete ev sahipliği yapmış olup
zengin bir kültür birikimine sahiptir. Urfalıların müziğe olan
kabiliyetleri ve tutkuları sonucunda, tarihi şehrin şöhretinde
müziğin de payı olmuştur.
Şanlıurfa'da müziğin gelişmesi, yaygınlaşması, yaşatılması ve yeni
eserlerle yeni sanatçıların ortaya çıkışında en önemli faktör “sıra
geceleri”, “oda toplanmaları” ve “dağ yatı geceleri”dir.
Genellikle kış gecelerinde, birbirine yakın yaş grubundaki arkadaş
gruplarının, her hafta bir başka arkadaşın evinde olmak üzere,
haftada bir akşam, belirli bir niteliğe ve düzene göre sıra ile
yaptıkları toplantılara Şanlıurfa’da "sıra gecesi" denilmektedir.
Genç yaşından itibaren sıra gecesine katılan Urfalı, bu gecelerde
gelenek ve göreneklerini, müzik kültürünü, toplumsal yaşam
kurallarını, saygıyı, hoşgörüyü ve dayanışmayı öğrenmektedir.
Adeta "halk konservatuarı" niteliğindeki sıra geceleri, usta-çırak
geleneği içerisinde müziğin icra edildiği meşk ortamlarıdır.
Enstrüman çalan ve okuyucu kişilerin oluşturduğu “sıralar”da, makam
seyri içerisinde sistemli müzik icra edilir. Müziğe ilgi duyan
gençler, ustaları dinleyerek müzik bilgisi ve terbiyesini bu
gecelerde alırlar. Kulaklar eğitilir, eller eğitilir ve diller
eğitilir geceler boyu. Gelenek ve zerafet öğretilir dededen
toruna...
“Sıra gecesi” adıyla düzenlenen, mizansen televizyon programlarında;
sıra gecesi’ndeki sohbet, geleneksel oyunlar ve müzik gibi
bölümlerin tamamı yansıtılmadan, sıra gecesinin sadece “müzik faslı”
bölümü ve çiğköfte sunulmaktadır. Bu nedenle sıra gecesi denildiği
zaman, yaygın olarak "müzik gecesi" anlaşılmaktadır. Halbuki müzik,
sıra gecesinin sadece bir bölümüdür.
Eski bir gelenek olan “dağ gezmeleri ve yatı”ya ise yılın her
mevsiminde uzun süreli veya bir-iki geceliğine erkek arkadaş
gruplarıyla gidilir. Urfa’nın güneyinde ve batısında yer alan
dağlarda bulunan çok sayıdaki mağara bu iş için kullanılır. “Dağ
yatı geceleri”nde yemek ve sohbetten sonra sazlar, cümbüşler çalar,
gazel, hoyrat ve türküler okunur. Bu “ahenkler”e yaz gecelerinde
komşu gruplar gazel, türkü ve hoyratlarla cevap verirler. Heyecanlı,
neşeli ve zevkli atışmaların yer aldığı karşılıklı “ahenkler”in
sabaha kadar devam ettiği olur.
Urfa'da geleneksel müziğin ustalarından Mukim Tahir, Kel Hamza,
Damburacı Derviş, Cemil Cankat, Bekçi Bakır, Tenekeci Mahmut, Ahmet
Hafız, Kazancı Bedih, Mehmet Özbek, Seyfettin Sucu, Mustafa Savaş,
Bakır Karadağlı ve daha sayabileceğimiz birçok müzisyen bu
ortamlarda yetişmiş ve ustalık dönemlerinde de gençler kendilerinden
istifade etmiştir.
Düğünde, esbap gecelerinde, eğlencede, dağ yatılarında, sıra
gecelerinde ve arkadaş toplantılarındaki müzik icrasına yedisinden
yetmişine kadar hemen hemen her Urfalı’nın katılarak türkü, şarkı,
gazel ve hoyrat söyleyebilmesi yörede müziğin yaygın olduğunun
göstergesidir.
1926 yılında derleme çalışmaları yapmak üzere Dar'ül-Elhan (İstanbul
Konservatuarı)'dan Urfa'ya gelen heyette bulunan Ekrem Besim Bey,
Urfalı musikişinaslar ve icraları hakkında: ".....Şunu ilave etmek
isterim ki, Urfa'da dinlediğimiz zevatın hemen cümlesi, müziğe az
çok vakıf insanlardı. Terennüm ettikleri parçaların hangi makamda
olduğunu ve seyrini bilerek okuyorlar. Urfalıların sesleri çok temiz
ve tizdir. ilk işittiğim vakit erkek sesinin bu kadar yüksek
perdelere fennin vesaitinden istifade etmeksizin erişebileceğine
hayret ettim" diye yazmaktan kendini alamamıştır.
Duyguların, düşüncelerin, sevginin, ıstırabın, mutluluğun ve hayatın
diğer özelliklerinin türkülere, hoyratlara, gazellere ince ince
işlendiği Urfa Havaları müzik camiasınca ve geniş kitlelerce
sevilmekte ve zevkle dinlenmektedir.
Türk müziği makamlarının birçoğunu, Şanlıurfa ezgilerinde görmek
mümkündür. Makam seyrine göre, sanat değeri yüksek ezgilerin;
bağlama, kaval, ud, tambur, kanun ve keman gibi sazlarla icra
edildiği müzik meclislerinde türküler yanında şarkılar ve gazeller
de icra edilmektedir. Rehâvî, Urfa, Urfa-Mahur ve Kılıçlı
makamlarının Urfa ile ilişkili olması ise müziğin yörede ne kadar
etkin olduğunu göstermektedir.
Sıra gecelerinin yanısıra, 1932-1951 arası “Urfa Halkevi”nde müzik
faaliyetlerini yoğun bir şekilde görmekteyiz. 1955-1975 arasında ise
“Urfa Musiki Cemiyeti”nde, değerli ustalardan Mahmut Güzelgöz
(Tenekeci Mahmut), Karaköprülü İsmail, İzzet Delioğlu (Demir İzzet),
Mehmet Şengül, Abdurrahman Savaşan (Camgöz Abe), Neyzen Hafız İsmail
Baba (Kıde Hafız), Mehmet Sağlamkol (Kurrik Mahey), İsa Barak,
bağlama üstadı Aziz Çekirge ve Ahmet Alaybeyi gibi güzel insanlar
yüreklerini açarak, asırlık Urfa türkülerini, gazellerini ve
hoyratlarını gençlere öğreterek kültürel mirasın bugünlere gelmesini
sağlamışlardır.
Kazancı Bedih...
Kazancı Bedih lakabıyla tanınan Bedih Yoluk 1929 senesinde Urfa’nın
Hekimdede Mahallesi’nde doğar. Culhacılık yapan babası Halil
Usta’nın mesleğinden çocukluk yıllarında ilk sanat zevkini alır.
Gençlik döneminde, o yıllarda çok değerli bir sanat olan bakırcılık
mesleğine Hasan Diyar Usta’nın yanında başlar ve 15 yıl kadar bu
mesleği sürdürür. 1960 lı yıllarda belediyede işe girer ve 26 yıl
çalışıp emekli olur.
1960’tan evvelin Urfa’sında, Dergâh-Balıklıgöl ve Hasan Padişah
Camisi’nin arasında yer alan Mecmue’l Bahr denilen yer, yazın ve
bahar aylarında dinlenilen, sefa sürülen tarihi bir mekandır.
Suların toplandığı yer anlamına gelen Mecmue’l Bahr; yeşillikler ve
güller arasına konulmuş kerevitlerde çay, kahve, nargile içen
insanların sohbet için buluşma yeriydi. Bazı geceler müzikli
toplantılarla fasıllar geçilir; Urfa’nın müzik ustalarından Mukim
Tahir, Kel Hamza, Tenekeci Mahmut gibi ustalar bülbül sesleri ve su
sesleri arasında burada meşk ederlerdi. Genç yaştaki Bedih ise
babasıyla gittiği Mecmue’l Bahr’da gramofondan Hafız Burhan, Safiye
Ayla, Hamiyet Yüceses, Müzeyyen Senar gibi ünlü sanatçıları ilgiyle
ve hayranlıkla dinlerdi.
Kazancı Bedih 17 yaşında Necim Şıhe (Şıhmüslüm Görgün) ile gittiği
bir sıra gecesinde öylesine etkileyici bir müzik icrasıyla
karşılaşır ki, hayatını etkileyen bir gece yaşar. O geceden sonra
müzik meşkleri ve sohbetlerine katılmaya devam eden Kazancı Bedih’in
müzik merakı artarak devam eder. Bu yıllarda Necim Şıhe kendisine
cümbüş ve tambur çalmasını öğretir. Esasen birer meslek sahibi olup
özel zevkleri müzik olan ustalardan; Damburacı Derviş, Hacı Nuri
Hafız, Hafız Ahmet Uzungöl, Çulha Hafız, Hafız Şükrü Çadırcı,
Tenekeci Mahmut’u müzik meclislerinde ilgi ile dinler ve birlikte
olur. Özellikle Tenekeci Mahmut Usta’dan aldığı bilgilerle, müzik
meclislerinde kendi tavrıyla okudukça dinleyenlerin beğenisini
kazanır.
Nice bir hasret-i dildâr ile giryân olayım
Yanayım âteş-i aşkın ile büryân olayım
Görmedim gül yüzünü ah ü figân etmedeyim
Akıtıp gözyaşımı dert ile nâlân olayım
Doğduğu ve yaşadığı yöre kültürünün Kazancı Bedih’in kişiliği
üzerinde etkisi büyüktür. Oluşan müzik birikimi ise yorumunun
şekillenmesinde etkili olmuştur. Mensup olduğu “soylu kültür
kaynağı”ndan birikiminin beslenmiş olması da “arının çevresindeki
çiçeklerden yararlanıp bal üretmesi” misalidir.
Şanlıurfa'da "Takım" adı verilen belirli gruplar kendi aralarında
sıra gezerler ve gecelere katılıp müzik icra ederler. Her takım
kendi ustasının veya kurucusunun adı ile söylenir. Mesela; Mukim Tahir'in, Kel Hamza'nın, Tenekeci Mahmut’un, Kazancı Bedih'in, Aziz
Çekirge’nin, Fazlı Öztop’un, Mehmet Nacak’ın takımları gibi... Bir
süre sonra, arkadaşları Mehmet Çelik, Ali Kanun, Hasan Diyar, Necim
Şıh (Şıh Müslüm Görgün), Çırçır Mahe, Nacar Celal ve Mustafa Usta
ile bir “takım” oluşturan Bedih Usta’nın sesi yankılanır Urfa
semalarında...
Ağarmış saçların bir dağ başında kare dönmüştür
O dağın dâmendinde gözlerim enhâre dönmüştür
Toplumun birikiminden beslenen sanatçının, edindiği kültür ve
birikim sonucu oluşturduğu eserler toplumu olumlu etkilemektedir.
Zaten; “ait olduğu toplumun kültürü, zevki, ruh ahengi, düşünce ve
hayat felsefesinden habersiz bir sanatçının veya aydının o insanlara
vereceği bir şey yoktur” sözü de bu gerçeği çok güzel ifade
etmektedir.
Urfa’da mahalli müzik kayıtları ve kahvehaneler...
Büyük makara teyplerin Urfa’ya gelişinden sonra, arkadaşlarıyla
birlikte yüzlerce mahalli banda ses kayıtları yapılır Bedih
Usta’nın. Bu bantlarla “müzik kültürü mirasımız” bugünlere kadar
taşınarak, kutsal bir görev ifa edilir adeta. 1960’lı yılların nezih
mekânları olan Urfa kahvehanelerinde mahalli müzik kayıtlarının
bantları zevkle dinlenirdi. 1970’li yıllarda, çocukluk ve okul
dönemlerimizde kahvehanelere giremediğimiz için buralarda çalan
bantlarda Bedih Usta’nın sesini, kapıda bekleyip heyecanla
dinlerdik... Ama şimdi çocuklarımız, Usta’nın vcd’sini bilgisayarda
dinliyorlar...
Karadan ağa dönüp dersi dilârâ okuruz
Mekteb-i aşka vardık şimdi elifbâ okuruz
....
Tenhâ gecelerde beni eyler müteselli
Baykuş sesini bülbül-i şeydâya değişmem
Urfa'da "Yasin'in Kahvehanesi" denildi mi, akla hemen mahalli müzik
bantları gelirdi. Urfa'da kasnak bant çalınan teypler kimsede yok
iken, GRUNDIG marka teyple 1965 yılında burada tanışmış meraklılar.
Tabi öncelikle Yasin'in müzik merakı bu olguyu oluşturmuş. Müzik
icra etmek kadar müzik dinlemeye de düşkün Urfalılar, yıllarca bu
tarihi kahvehanede sahibi tarafından kaydedilen mahalli bantları
dinleyerek bu ihtiyaçlarını giderirlerdi.
Öyle sermestem ki idrak etmezem dünya nedir
Men kimem saki olan kimdir mey ü sahba nedir
Urfalı sanatçıların da sıkça geldiği bu kahvehaneye komşu illerden
bant dinlemek için gelip giden müşteriler de olurdu. Burada bantları
çalınan mahalli sanatçılar, zamanla bu sayede tanınmış ve meşhur
olmuşlardır. Günümüzde televizyonun ve kasetçalarların yaygınlaşması
ile bu tarihi kahvehanede bantlardan müzik dinleme zevki de ortadan
kalkmış, eski müşteriler de uğramaz olmuşlardır. Bantların çoğu
Yasin'in çocukları tarafından arşive kaldırılmıştır.
Kazancı Bedih’in “Pir” ve “Ustalık” mertebesi...
Şanlıurfa’da gazel okuyucularının makam ve edebiyat bilgisine sahip
olmaları gerekmektedir. Divan edebiyatının gazel türü şiirleri,
müzik meclislerinde çeşitli makamlarda, ustalık gerektiren bir
biçimde okunmaktadır. Bu nedenle Urfa’da gazel ve hoyrat okumayı
hakkıyla icra edemeyenlere sanatçı gözüyle bakılmaz.
Yıllar geçtikçe Kazancı Bedih sıra gecelerindeki kişiliği, güzel
sesi ve icrasından dolayı, çıraklıktan kalfalığa; kalfalıktan,
ustalığa giden bir yolda “Pir” ve “Bedih Usta” lakabıyla da anılmaya
başlar... “Sıra geceleri bir konservatuardır. Hepimiz o okuldan
mezun olduk ne güzel. Yüzlerce türküden, gazelden, mayadan,
hoyrattan oluşan dağarcığımız oluştu...” diye özetler her şeyi.
Kazancı Bedih; Fuzûlî, Nâbî, Nezîhe, Nesîmî, Fehîm, Abdî, Lütfî gibi
şairlere ait gazelleri okuyarak yeni kuşağın ilgisini Divan
Edebiyatı’na çekmiştir. Seslendirdiği eserleriyle bizlere geleneksel
müziğimizden esintiler sunan Pir’in mızrabında ve sesinde duygusal
ve dokunaklı bir ifade İle kendine has tavır hakimdir. Urfa müzik
hayatında, yörenin özelliklerini de yansıtan, “Kazancı Bedih Tavrı”
olarak bir tavır oluşmuştur. Onun tavrını yaşatan oğlu, değerli
arkadaşım Naci Yoluk da babası gibi ud çalmakta ve gazel tarzını
başarıyla sürdürmektedir.
1990’dan sonra, kendisinden bir kuşak sonraki sanatçılardan bağlama
üstadı Mehmet Nacak, Abdullah Uyanık, Kazım Çiriş, Abdülkadir
Karakuş, Mehmet Öncel, Naci Yoluk, Tahir Gümüş, İmam Karakurt, Kadir
Eğlence, Yasin Aslan ile birlikte oluşturdukları “takım”, Urfa
gecelerinin ve nezih meclislerin sevilen, sayılan, vazgeçilmez
topluluğu olur.
Urfa’da herkes tanırdı Kazancı Bedih Usta’yı. Türkiye’de tanınması
ise televizyonlarda “mizansen sıra geceleri’nde gazel okudukça nasip
oldu... Mahalli ve Ulusal televizyonlarda bir çok programa katıldı.
Yüzlerce mahalli banttan sonra İstanbul’daki yapımcılar tarafından
profesyonelce hazırlanan 15 kadar kaset ve cd’si yurt içi ve yurt
dışında beğeni kazandı. Şanlıurfa’nın tanıtımına büyük katkıları
oldu... 2003 yılında yapılan “Kazancı Bedih ve Oğlu” isimli kaset ve
Vcd, Müzik geleneğinin babadan-oğula devamının güzel bir örneği
olmuştur.
Mütevaziliği, içtenliği ve sorulara verdiği samimi cevaplarla, tam
olarak izah edemese de, yerinin buralar olmadığını çok iyi
biliyordu. 2003 Eylül ayında 76 yaşındayken, Bakırcılar
Çarşısı’ndaki mesleğine dönme kararı vermesinin de bir anlamı vardı.
Belki de Pir, Nezihe Yaşar’ın;
Gül ruhlarını gonca-i zibâya değişmem
Endâm-ı dilârânızı tubâyâ değişmem
Mısralarıyla bunu anlatmaya çalışıyordu. Bazı sanatçıların
ekranlarda boy gösterip halk müziği diye saçmalamaları onda burukluk
yaratmıştı. Son röportajında, yorulduğunu, kazancılık mesleğini
özlediğini, gençlerin yetişmekte olduğunu vurgulayıp dinlenmek
istediğini, şöhretin kendisi için önemli olmadığını belirtmişti...
Çünkü O halkın gönlünde “Pir”di...
Pir, bir önceki kuşağın son temsilciliğini gururla ifa etmiştir.
Bugün genç kuşaktan gazel okuyanlar, Kazancı Bedih’ten feyzalıp
etkilenmişlerdir. Yeni kuşaktan ise Mehmet Özbek, Mercan Özkan,
Halil Sezgin, Halil Altıngöz, Musa Kaldı, Bakır Karadağlı, Mehmet
Güzelgöz ve Bekir Çiçek gazel tarzını başarıyla yaşatmaktadırlar.
Anadolu’da doğan, adını duymadığımız kimileri; türkülerini,
ağıtlarını, gazellerini söyleyip “seslerini” bile bir kayıtla
bırakamadan göçüp gittiler bu alemden...
Sesi bize yâdigâr kalan Kazancı Bedih’in 60 yıllık müzik hayatında
sayısı bilinmeyen kayıtları yapıldı bantlara, cd’lere... Yaşarken
çok değerli izler bıraktı arkasında.
Anadolu’nun zengin kültürünün yok edilmeye çalışıldığı yıllarda,
Kazancı Bedih gönlü ve diliyle kutsal miras olarak taşıdığı ezgileri
Türkiye’ye hediye edip göçtü sessizce...
20 Ocak 2004’te sanat dünyası acı bir haberle sarsıldı. Değerli bir
sanatçının, yanına hayat yoldaşını da alarak çıktığı “kahırlı bir
yitiklik öyküsü” kaldı geride... “Acaba yaşarken kıymetini bildik
mi?” sorusunu sordurdu herkese... Doyumsuz eserlerini bizler de
kutsal bir miras gibi geleceğe taşımalıyız... Ruhu şad olsun.
Türküler, gazeller, mayalar, uzun havalar bir kez daha öksüz kaldı
sevgili dostlar. Çünkü gidenlerin yerini doldurmak öyle kolay değil.
Sadece Şanlıurfa’nın değil bütün Türkiye’nin başı sağ olsun...
01. Nisan. 2004 / Şanlıurfa
*) Harran Üniversitesi,
Şanlıurfa MYO Öğretim Görevlisi
|